İlk etapta imgenin açıklamasına bakacak olursak; günlük yaşamda insanlar toplumsal, sosyal ihtiyaçları doğrultusunda ve oyunların, gösterilerin, ritüellerin yapıldığı yerleri göstermek amacıyla basit anlatımlarla toprağın üzerine şekiller çizmiştir. Basitleştirilmiş bu resimler en sonunda harfler, sayılar ve karakterler olarak geliştirilmiştir. İletileri yazılı dile dökmeden önce imgeler, insana iletişim kurmada yardımcı olmuştur. İmgebilim bağlamında toplumsal temel ihtiyaçlar vardır. Bunların en temelinde tüm toplumlarda ortak olan bir takım toplumsal alışkanlıklar vardır. Örneğin; acıkmak, yaşamak, ölmek, sevmek gibi temel haklardır. Orta seviyede, din, dil, kültür ve tarih vardır. En üstte ise, o toplumu toplum yapan eşsiz ve benzersiz özellikler vardır. İmgeler her toplum için değişkenlik gösterebilir ve bunda kültürün etkisi de fazladır.
Dil ve İmgelem: Toplumsal Zihindeki Yansımaları
Toplumsal açısından incelediğimizde kültür karşımıza çıkar ve kültürün en önemli unsuru dil aracılığıyla da toplumun imgelemelerine kolaylıkla ulaşılabilir. İmge bağlamında değerlendirdiğimizde, değerler, bunlar misafirperverlik, namus, gibi bazı değer yargılarıdır. İkinci olarak karşımıza gelenekler çıkar. Türk geleneklerinde kına gecesi, yağlı güreş, çeyiz gibi örnekler sıralanabilir. Bir diğeri ise kahramanlardır bunlara örnek Atatürk, Fatih Sultan Mehmet gibi isimler olabilir. Son olarak da sembollerdir; bayrak, İstanbul boğazı şeklinde sıralanır. Bir toplumun günlük hayatta kullandığı kelimelerden o toplum için önemli sayılabilecek unsurları kolaylıkla anlayabiliriz. Örneğin dil ve toplumsal cinsiyet açısından bazı benzetmeler bize durumun nasıl imgelendiğini ve toplumsal zihindeki yansımalarının yerini gösterir. Türk toplumunda erkeğin nasıl bir imgeye sahip olduğuna ve nasıl bir imaj çizdiğine çeşitli benzetmelerle bakalım; ‘’Babayiğit, Adembabalar, Devlet Baba’’ gibi sözcükler ataerkil bir toplumun kolektif bilincinde oluşan imgeleri sunar. Güçlü, kuvvetli, otoriter gibi anlamlar erkek ile bağdaştırılmıştır. Bu şekilde bakıldığında dil aracılığıyla toplumsal algılayışın imgelere yansımasını rahatlıkla görmekteyiz.
İmgelemin Gücü: Dilin Sınırlarını Aşmak
Kişiliğimizin ortaya çıkmasına, davranışlarımızın biçimlenmesine ve algılama estetiğimizin oluşmasına kaynaklık eden imgeler, zihinsel ve sosyal gelişimimiz açısından yaşam boyunca bize eşlik etmektedirler. Zihnin bireysel, toplumsal ve ruhsal şartlara göre şekillenmesi imgeler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Dolayısıyla imgelerin önemi, birey ve toplum ilişkisi açısından ele alınıp bu çerçeve içerisinde değerlendirilmelidir. Felsefe, mantık, resim, müzik, edebiyat, tiyatro, sinema ve benzeri güzel sanat dallarıyla ilgilenenler tarafından irdelenen ve tartışılan bir kavram olarak imge, kökeninden anlamına, içeriğinden kullanım alanlarına kadar birçok konuda merak uyandırmaktadır.
İmgelem ve Toplumsal Değişim: Dilin Rolü
Toplumsal yaşamın ilk koşulu olarak dilin aynı oranda bir topluma ihtiyacı vardır. Herkes kendi dilini konuşur. Kullanılan dil aynı olsa bile bu dil birey, grup, belli topluluklar bazında farklılık gösterebilir. Dil, kendi doğal dizgesinin yanı sıra bireysel, toplumsal ve kültürel bir kurumdur; yaşamın her alanıyla yakından ilişkilidir. Bireyler mesaj vermek, verilen mesajları almak zorundadır. Bu nedenle; dil, bireyler ve kurumlar arasındaki çok yönlü ilişkilerde en önemli iletişim ve bildirişim aracıdır. Dil, toplumu; toplum dili biçimlendirir.
İnsanlar istemli ya da istemsizce anlamak, anlatılmak ve anlaşılmak isterler. Bu bakımdan bize anlam ileten her şey imgebilim alanıdır; dil, resim, mimari, edebiyat, sinema, trafik işaretleri, alfabe, jestler, mimikler vs. Anlamı sağlayan şeyler imgedir. Bu bakımdan tüm göstergeler koddur ve bilişsel bir süreç ile anlaşılır ve yine kodlarla başkasına aktarılır. İmge bağlamında temel ihtiyaçların çizildiği şemada, orta seviyede bulunan din, dil, kültür ve tarih açısından toplumdan örnek vermek gerekirse ilk olarak göze konuşma dili çarpar. Türkiye’yi ele alalım, resmi dil Türkçe fakat bölgeler arasında değişim gösterir. Karadeniz’de yaşayan bir kişi kelimelerde harf değişikliği yaparak konuşur yine de karşısındakinde anlatmak istediğini anlatabilir ve anlaşılabilir. Dil bir toplumu toplum yapan en önemli ögelerden biridir her bölgede farklı ifade edilse de aynı toplumdaki insanlar bunu imgeler aracılığıyla anlar ve kavrar.
Dilin İmgelem Üzerindeki Etkileri: Örneklerle İnceleme
Descartes‘çılara göre imgesel çağrışımda nesneden bağımsız bir algılama bizlerde oluşturulamaz. Alman Filozof Leibniz’e göre, imge bilincin verisidir. İmgeler istemsiz oluşur imge durumundaki şey, gerçeklik durumundaki şeyden başka bir şey değildir. Leibniz’e göre imge düşüncenin basit bir yardımcısı olmaktan öteye gitmez. Bu örnekler gösteriyor ki; imge uzun bir süre nesneden farklı bir olgu olarak görülmedi. Şeyler neyse imge de oydu. İmgelem ya da imgenin bilgisi anlıktan kaynaklanır; anlığımız, beynimizde üreyen maddi izlenime uygulandığında, bize bir imge bilinci sağlar.
Dil, toplumsal algıyı şekillendirmede önemli bir rol oynar. Örneğin, ulusun tarihiyle, kültürüyle, hayata bakış açısıyla ilgili önemli verileri barındıran deyimler, evrensel sayılan birçok kavramın (vücut, zaman, mekan) deyimlerde örtüştüğü veya örtüşmediği durumlar olabilir. Sassoure’e göre imgebilim gösteren ve gösterilen soyut ve somut da olabilir. Genel olarak ölüm serçe ile sembolleştirilmiştir, bu doğrultuda “kuş” sözcüğü özgürlüğün sembolik karşılığı olsa da Türkçe’de ölmek, huzura kavuşmak, kuş olup uçmak olarak imgelenmektedir. Toplumun ölüm olgusuna bakış açısı böylelikle ortaya çıkar ve ölüm gibi soyut anlamlı bir kelime benzetme yöntemiyle somutlaştırılmıştır. Bu durum toplumsal zihnin yansıması olarak da değerlendirilebilir.
Dilin ve imgenin anlayış biçimiyle ilgili bir başka örnek ise sözlü kültürün önemli bir unsuru olan deyimlerden verilebilir; Türkçe’de “burnunu dibinde” deyimi kullanılır. Bir şeyin mekan olarak yakın olduğunu belirtir. “burun buruna”, “birinin burnuna girmek” mekan yakınlığına işaret eder. Yine Türkçe’de “burnuna sokmak” deyimi olumsuz bir ifadedir. Tarihi kültürel bağlamda değer taşıyan olguların bulunduğu deyimlere daha farklı bir yaklaşım gerekmektedir.
İmgebilim: Dilbilimsel Bakış Açısıyla İmgelemin Analizi
Dilbilim, psikoloji ve dil kaynaklı araştırma ve bilgileri bir araya getiren disiplinlerarası bir daldır. Dilin bilişle nasıl etkileşime girdiğini, dilin düşüncelerimizi nasıl oluşturduğunu ve dilin zaman içindeki ortak zihniyetteki değişime paralel olarak evrimini açıklar. Merriam-Webster’e göre, “bilişsel” kelimesi “bilinçli entelektüel faaliyetle (düşünme, akıl yürütme veya hatırlama gibi) ilgili, onunla ilgili, olmak veya onu dahil etmek” olarak tanımlanır. Bilişsel dilbilim dili, insanların genel bilişsel kapasitelerine gömülü olarak gördüğünden, bilişsel dilbilimin özel ilgi alanları şunları içerir:
- Doğal dil kategorizasyonunun yapısal özellikleri (prototipiklik, sistematik polislik, bilişsel modeller, zihinsel görüntüler ve kavramsal metafor gibi); dilsel organizasyonun işlevsel ilkeleri (ikoniklik ve doğallık gibi)
- Sözdizimi ve anlambilim arasındaki kavramsal arayüz (bilişsel dilbilgisi ve yapı dilbilgisi tarafından keşfedildiği gibi)
- Kullanımdaki dilin deneyimsel ve pragmatik arka planı
- Dilsel görelilik ve kavramsal evrenseller hakkında sorular da dahil olmak üzere dil ve düşünce arasındaki ilişki.
İmgebilim, insan zihnini bilgileri sınıflandırma dizgesi olarak inceler. İmgebilimin temel konusu “imge”dır. Kavram insanın bilinçaltına aittir ve düşünsel eylemin evrensel birimi sayılır. Dil aracılığıyla bilincin kavramsal içeriğin önemli bir kısmı algılanabilir. Kavram bilişsel bilincin, anlam-dil bilincinin ürünüdür. Anlam kavramın parçası olarak ortaya çıkar.
Melisa Yıldırım